TARİHTEN BUGÜNE FİLİSTİN SORUNU VE SİYONİZM
FİLİSTİN SORUNU VE SİYONİZM
KİMDİR BU FİLİSTİNLİLER VE İSRAİLLİLER
TARİHTE FİLİSTİNLİLERİN VE İSRAİLOĞULLARI’NIN YAŞADIĞI TOPRAKLAR NERESİDİR.
İnsanlık tarihi Hz Adem ve onun evlatları ile çoğalarak var olmuştur.Adem Peygamberin evlatları olan Habil ile Kabil kıssasından anlamamız gereken asıl konu oğullarından Kabil Allah’ın (c.c) ortaya koyduğu emre karşı gelen,Habil ise Allahın emrine razı olup itaat eden konumunda değerlendirdiğimizde Kabil heva ve hevesinin hakimiyeti noktasında Allah’ın hükmüne baş kaldırmış ve böylece kardeşini öldürmüştür.
Ve Kabil,Habilin kanını döktü.İsrail ogullarıda,yıllardır kan döküp can almakta aynı Kabilcesine ve karşılarında mazlum ve mustazaf,Allah’ın son dinine iman etmiş Müslüman amelikalılar dediğimiz Filistinliler,ayni Habil misali Hasbunalla ve ni’mel vekil demekteler.
Habil’in kurbanı kabul edilip, kendi sunduğu kurban Rabbi tarafından reddedilince Kabil, öfkeden gözü dönmüş halde kardeşinin canını almaya geldiğinde Habil ona, "Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım." (Maide/28) demişti.
İsrail denen siyonıst zihniyet yıllardır insanlık dışı zülümlerle sanki asırlar öncesi günün Filistini diyebileceğimiz Amelikalılardan öç alırcasına yaptığı katliamlar dünyanın gözü önünde sergilenmekte.
Bir yılı aşkın İsrail siyonıst zihniyetinin FİLİSTİNDE yaptığı katliamlar sonucunda 100 bine yakın can kaybı ve binlerce yaralılar ile tarihin kara sayfalarına not düşülmüş olmakla beraber Müslüman cografyasınında sessizliği İLAHİ KAYIT SİSTEMİNDE MELEKLER YAZMIŞ bulunmakta.
Peki nedir bu yaşananlar,sadece Filistin İsrail savaşımı,yoksa toprak sahibi olmak mı.
Tüm bu çatışmanın gerçekte bambaşka sebepleri mi var?
Buna cevap verebilmek için öncelikle
FİLİSTİNLİLER VE İSRAİLLİLER KİMDİR?
Kuran bize insanlığın, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’le (M.Ö. 5.600-4.650) başladığını ve Hz. Adem’in tüm insanlığın ilk atası olduğunu haber veriyor.
“Allah, sizi başlangıçta tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle ünsiyet edip gönül huzuru bulacağı eşini de aynı cins ve mâhiyetten var etti.” (A'râf/189)
Büyük tufanla insanlığın yok olduğunu ve sonrasında Hz. Nuh’la (M.Ö. 3.950-3.000) yaşam ve medeniyetin tekrar başladığını yine Kuran’dan öğreniyoruz. Böylelikle Hz. Nuh peygamber insanlığın ikinci büyük atası olmuştur.
“Fakat biz Nûh’u ve gemide bulunanları kurtardık. O gemiyi de, o hâdiseyi de arkadan gelecek bütün insanlar için bir ibret kıldık.” (Ankebût/15)
Yine Kuran’da Allah’ın dostu (Halilullah) şeklinde zikredilen ve ismi kavimlerin (milletlerin) babası anlamına gelen Hz. İbrahim (Abraham) (M.Ö. 2.200-2.000) de Hz. Nuh’un onuncu nesil torunu ve insanlığın üçüncü büyük atasıdır. O’nun zürriyetinden pek çok kavim (millet) zuhur etmiştir.
“Gerçek şu ki, Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti; Onlar birbirlerinden bir zürriyettir. Allah işitendir, bilendir.” (Al-i İmran/33-34)
Hz. İbrahim’in iki oğlundan Hacer’den olma büyük oğlu Hz. İsmail, Sare’den olma küçük oğlu Hz. İshak’tır. Hz. İbrahim ailesiyle Şekem (Bugün Batı Şeria’da Nablus şehri)’de yaşarken İshak’ın doğumundan sonra, Hz. İbrahim Allah’ın emri üzerine, 14 yaşındaki İsmail ve annesi Hacer’i, o dönemde kimsenin yaşamadığı Mekke vadisine bırakıp Şekem’e geri döner. Burası esasen Hz. İbrahi’in oğlu İsmail’le yıkılmış olan Kabe’yi yeniden inşa edeceği yer yani Kabe’nin yanı başıdır. Hz. İsmail burada yerleşmiş, evlenmiş ve onun soyundan bugünkü Arap kavmi (milleti) yürümüştür. Bu cihetle, Hz. İbrahim oğlu Hz. İsmail (M.Ö. 2.100-1.900) İsmailoğulları’nın (Arapların, Filistinli Arapların da) atasıdır.“Rasûlüm! Kitapta İsmâil’in kıssasını da an. Şüphesiz ki o sözüne sâdık bir insandı; bir rasûl, bir nebî idi. (Meryem/54) Öte yandan Hz. İbrahim’in diğer oğlu Hz. İshak’ın iki oğlundan biri olan Hz. Yakup (M.Ö. 2.000-1.800) ilk defa İsrail (İsrael) olarak anılır ve İsrailoğulları (beni İsrail)’nın atasıdır.
“İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerden olup, Âdem’in zürriyetinden, Nûh ile birlikte gemide taşıdıklarımızın neslinden, İbrâhim ve İsrâil’in zürriyetinden, kendilerine hidâyet yolunu gösterip seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. (Meryem/58)
Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, Hz. İbrahim oğlu Hz. İsmail Arapların (Filistinlilerin de) atası, Hz. İbrahim’in diğer oğlu Hz. İshak’ın oğlu Hz. Yakup da İsrailoğulları’nın atasıdır.
Hz. İsmail, Hz. Yakup’un amcası olduğundan, Hz. İsmail soyundan gelen Araplar ile Hz. Yakup soyundan gelen İsrailoğulları, akraba olup, amcaoğullarıdırlar.
TARİHTE FİLİSTİNLİLERİN VE İSRAİLOĞULLARI’NIN YAŞADIĞI TOPRAKLAR
Amalekler
Tarih kayıtlarına giren ilk Arap kavmi Amalek (Amâlika Kavmi)’tir. Amalek'in geçmişiyle ilgili ilk kayıtlar, milattan önce ikinci bin yılın birinci çeyreğine tarihlenen Hz. İbrâhim'in devriyle başlar. Köken itibarıyla öz Arap (Arab-ı Âribe) oldukları belirtilen Amâlika'nın başlangıçta Bâbil çevresinde otururken sonrasında Hicaz'a göç ettikleri, oradan da Necid, Teymâ, 'Umân, Bahreyn, el-Cezîre (Yukarı Mezopotamya), Suriye, Filistin, Mısır ve İfrîkıyye'ye (Tunus) kadar çok geniş bir bölgeye yayıldıkları belirtilir. Yani Amalekler o dönmede güneyde Yemen'den kuzeyde Suriye ve Irak sınırına, doğuda Basra Körfezi'nden batıda Akdeniz'e kadar geniş bir coğrafyaya yayılmış durumdaydı.
Hz. İsmâil bu kavme peygamber olarak gönderilmiş, Mısırlı olan ilk hanımını bu kavimden almıştır. Hz. Yûsuf da Amâlika’ya mensup bir firavun zamanında Mısır’a götürülmüştür. Yine İslâm tarihçilerine göre Kudüs’ün kurucuları ve Hicaz’ın ilk sakinleri de bu kavimdir. Cürhümîler tarafından mağlûp edilene kadar Mekke’de hüküm sürmüşlerdir. Kâbe’nin ikinci defa inşa edilişi de Amalikaların döneminde olmuştur
Amâlika Kavmi’nin Yaşadığı Bölgeyi Gösterir Harita
Filistinliler
Tarihte Filistinlilerin ismine ilk kez Mısır firavunu III. Ramses’in 8. idare yılına (MÖ. 1190) tarihlenen Medinet-Habu Zafer Kitabesi’nde rastlanır. Filistinliler, MÖ. 1190 tarihinde, Mısır firavunu III. Ramses’e karşı verdikleri mücadeleyi kaybetmelerine rağmen, firavunun vassalı olarak bugünkü Filistin’e yerleştirilmişlerdir. Ancak, Filistinliler zaman içerisinde Amalika kavmi içerisinde erimiş ve Araplaşmışlardır. Bu nedenle Arab-ı Mustaribe olarak adlandırılırlar.
İsrailoğulları
Hz. İbrahim ise başlangıçta karısı Sara ve yeğeni Lût ile birlikte Kenan diyarı olarak da isimlendirilen bugünkü Filistin topraklarında yaşamış ancak kıtlık nedeniyle buradan ayrılarak Mısır’a göç etmiş, daha sonra tekrar bu topraklara dönmüştür. Onun oğulları ve torunları da bu topraklar üzerinde yaşamışlardır. Hz. Yusuf zamanında (M.Ö. 1600’ler) Mısır’a yerleşen İsrailoğulları yaklaşık 400 yıl bu ülkede yaşadıktan ve firavunların baskılarına maruz kaldıktan sonra, Hz. Musa’nın önderliğinde bu topraklardan çıkarılarak, bugünkü Filistin topraklarının sınırlarına kadar götürülmüşlerdir (M.Ö. 1130’lar). Ancak bu topraklara, onlardan önce (M.Ö. 1070). Filistinliler yerleşik durumdadır. Filistinliler demirden silahlara ve İsrailoğullarından daha iyi bir askeri düzene sahiptiler. Bu yüzden İsrailoğulları sahil şeridine değil de daha arkadaki (bugünkü Ürdün’e doğru) verimsiz topraklara yerleşmek zorunda kalırlar.
Bu durumda, İsrailoğulları Filistin’e, Filistinlilerden takriben 60 yıl sonra gelmişlerdir. Bu tarihten itibaren, Filistin topraklarının gerçek sahibi olabilmek için, iki kavim arasında amansız bir mücadele başlamıştır.
Kenan Bölgesini Gösterir Harita
İLK KAN, SONSUZ KİN
İsrâiloğulları’nın Hz. Musa’nın önderliğinde Mısır’dan çıkış yolculukları sırasında, bugün Sînâ yarımadasının güneyine ve el-'Arîş'in güneydoğusuna düşen Refidim’de Amâlekîler’in saldırısına uğradıkları Tevrat’ta geçmektedir. Tevrat’a göre Amâlika ile İsrâiloğulları arasındaki ezelî düşmanlık, M.Ö. 1300’lü yılların başında gerçekleşen bu savaşla başlamıştır. Bu durum Tevrat’ta şöyle anlatılır.
“Amalek'in Mısır'dan çıkışınız sırasında yolda sana neler yaptığını hatırla! Yolda ansızın karşına çıkmış, sen bitkin ve yorgun bir haldeyken senin gerinde kalan güçsüzleri öldürmüş; Tanrı'dan korkmamıştı. Tanrınızın mülk edinmek üzere miras olarak size vereceği ülkede sizi çevrenizdeki bütün düşmanlardan kurtarıp rahata kavuşturunca, Amalek'in zikrini göklerin altından sileceksiniz. Bunu sakın unutma (Tevrat, Tesniye, 25:17-19)”
İsrailoğulları Mısır'dan çıkışlarında güçlü ve yenilmez görünmelerine rağmen, onlara ilk saldıran Amalek olmuştu. İsrailoğulları her ne kadar bu savaşta yenilmeseler de Amalek kendilerinde tarih boyunca unutamayacakları bir korku ve travma yaratmış, onların güçlerine olan güvenlerini darmadağın etmişlerdi.
Yahudiler yaşadıkları travma nedeniyle, Amalek'e ait her şeyi yok etme kararı aldılar ve bunun emrini kendilerine Rab Yahova’nın verdiğini iddia ettiler.
“Şimdi git, Amalek'e saldır! Onlara ait her şeyi tümüyle yok et, hiçbir şeyi esirgeme! Kadın erkek, çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür! (Tanah, 1. Samuel 15:3)”
Bu katliam kararı tamamen uygulanmış ve İsrailoğulları ele geçirdikleri memedeki çocukları dahi öldürmüşlerdir.
Buna karşılık yine Tevrat’ta bildirildiğine göre, Amâlekler onların şehirlerini ele geçirdiklerinde, “kadınlardan kimseyi öldürmemişler, küçükten büyüğe kadar hepsini esir alarak sürüp yollarına gitmişlerdir.” (I. Samuel, 30/2).
Tevrat’ta bildirilen bu durum, iki kavmin insani karakterleri arasındaki farklılığı açıkça ortaya koyuyor.
Yahudi inancında, Amalek'ten intikam almak, "İsrail Tanrısı'nın öcünü almak ve O'nu onurlandırmak" (Çıkış 17:16) olarak kabul edilir.
Tevrat’a göre Amalek'in zikrinin tamamen ortadan kaldırılması, Filistin'e iyice yerleşilmesinden sonra gerçekleşecektir. (Çıkış 17:16). Bu sebeple, Amalek ile savaş Yahudilere nesiller boyu yüklenen bir görev kabul edilmiş, onların mutlak surette ortadan kaldırılması emredilmiştir.
Günümüzde İsrail için Amalek, özelde Filistinlileri, genelde tüm Arapları ifade ediyor.
Son Filistin-İsrail çatışmasının başladığı günden bu yana, İsrailli politikacılardan, din adamlarına kadar pek çok Yahudi, bugünkü Arapları ve Filistinlileri, "Tevrat'ın Yahudilere yok etmelerini emrettiği Amalekler" olarak tanımlıyor ve Yahudi egemenliğini reddeden Arapların İsrail'den sürülmesini ya da ortadan kaldırılmasını Tevrat'ın bir emri olarak kabul ediyor.
Atalarının dünyevi ihtiraslar ve kinle yazdıkları metinleri kutsal sayıp, “Tanrının bir milletin katledilerek yeryüzünden silinmesini emrettiğine” tüm dünyayı inandırmaya çalışıyorlar. Hem de o millet, Allah’a ve dinine iman etmişken.
Esasen böyle yapmaları, tahrif ettikleri Tevrat’a yaslanarak, katliamlarına teolojik bir zemin oluşturma çabasının ürünü. Böylelikle yaptıklarını ilahi bir sebebe, Tanrının emrine dayandırarak meşrulaştırma, tepkileri azaltma ve doğruluğunu tartışılır olmaktan çıkartmanın gayreti içerisindeler.
3300 yıl önce, yerleşim anlaşmazlığı yüzünden yapılmış bir savaşın yol açtığı travmatik ruh haliyle dünyayı ateşe vermeye girişiyorlar.
Dünya milletleri, İsrail’in insanlık için oluşturduğu büyük tehlikenin henüz farkında değiller, kendirini de saracak “büyük ateşi” hipnoz halinde bekliyorlar.
“Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed'i) bir gece Mescid-i Haram'dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren Allah'ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsra/1)
İsra Suresi ilk ayetinde yüce Allah, Mescid-i Aksa (Kudüs) ve etrafının, iklim, coğrafya, yer altı, yerüstü zenginlikleri ile daha bildiğimiz-bilmediğimiz pek çok zenginlikle bereketlendirildiğini haber veriyor.
Gerçekten de Kudüs çevresinin tarihi ve bugünü incelendiğinde, yer üstü, yeraltı ve deniz altında sayısız zenginlere sahip olduğu, İlahi dinin ve pek çok Peygamberinin bu bölgeye gönderildiği görülür.
ABD'li Doğubilimci (oryantalist) James Nery Breasted’in ilk kez 1914’te bölge için kullandığı “Bereketli Hilal” (Fertile Crescent) tanımlaması, bu ifadeyle literatüre yerleşmiştir. Böylece, Kuran’ın bildirdiği toprakların zenginlik dolu bereketi, 1914’te bilimin de literatürüne girmiştir.
Breasted’in Bereketli Hilali; Güneyde Arabistan Çölü ile kuzeyde Doğu Anadolu Bölgesi dağlık bölgesi arasındaki yerler ile Eski Babil toprakları ile hemen yakınındaki Elam'dan (bugün İran'ın güneybatısı) Dicle ve Fırat ırmakları ile Asur topraklarına kadar uzanır, Zagros Dağları'ndan, batıda Suriye üzerinden Akdeniz'e, güney yönünde de Filistin'in güneyine kadar olan toprakları içine alır.
Günümüzde, Bereketli hilal, Suriye, Lübnan, Filistin, Ürdün ve Irak’ı tamamen, batı İran, Kuzey Arabistan ile Mısır’ın kuzey-doğusunu, Türkiye’nin güney ve güneydoğusunu kısmen kapsamaktadır.
Breasted’in bölgeye Bereketli Hilal demesinin nedeni, bölge ikliminin tarıma uygun ve topraklarının son derece verimli olması, ortaya çıkan şeklin de hilale benzemesiydi.
James Nery Breasted’in “Bereketli Hilal” Haritası
Ancak sahip olduğu koşullar ve zenginlikleri (bereketi) itibariyle bölgenin “hilal” şeklinde değerlendirilmesi kanaatimizce eksiktir.
Zira ayette geçen “havle” kelimesi sözlükte; “etraf, çevre, güç, kuvvet” manalarına gelir. Ayetin mana ve maksadı itibariyle havle kelimesinin buradaki en uygun karşılığı “etraf”tır. “Taraf” sözcüğünün çoğulu olan “Etraf” ise sözlükte; “taraflar, dört yön” manalarına gelir.
Böylece ayette geçen “havle” ifadesi, bütün taraflara doğru yani, dört yönlü bir genişleme ve yayılımı ifade der ki bu da “daire”dir.
Bu nedenle, bölgeyi hilal değil, “daire” şeklinde ele almak ve bölgedeki bereket yayılımını da göze alarak daha geniş çizerek, Doğu Akdeniz havzası, Mısır’ın kuzey doğusu ile kuzey Arabistan’ı da bölgeye dahil etmek gerekir. Nihayet, Doğu Akdeniz havzasının nice zenginlikler barındırdığı bugün çok iyi biliniyor. Kuzey Arabistan’ın çölleri ise insanlık için en büyük zenginlik olan İslam’ın ve onun Peygamberinin gönderildiği bölgedir.
Bu itibarla, bahsi geçen bereket diyarını tam anlamıyla ortaya koyabilmek için, Kudüs merkezli bir daire çizmek ve ulaşılan bölgeyi “Bereketli Hilal” yerine “Bereket Dairesi” ifadesiyle tanımlamak kanaatimizce daha isabetli olacaktır.
“Bereket Dairesi” Haritası
Bölgenin İnsanlık İçin Önemi
Bölge insanlık tarihinde olağanüstü bir öneme, vazgeçilmez bir değere sahiptir. Bu topraklar tarihte ilklerin gerçekleştiği yerdir.
Dünya tarihinde ilk uygarlıklar bu bölgede doğmuş, asırlar boyu nice toplumlara ev sahipliği yapan bu bölge, medeniyetin bugünkü haline gelmesinde öncü rol oynamıştır.
Yeryüzünde ilk tarım, bu bölgede başlamıştır. Yine bölge hayvanların ilk evcilleştirildiği yerdir. Tarımla birlikte ilk yerleşik hayata geçiş yine bu bölgede olmuştur.
İnsanlık tarihine yön veren tekerlek, yazı, savaş aletleri gibi pek çok icat ve sulu tarıma geçiş de bu topraklarda gerçekleşmiştir.
Bu coğrafya, çok önemli ticaret merkezlerini ve çeşitli yolları üzerinde bulundurmaktadır. Bölge ticaretin doğmasına ve gelişmesine öncülük etmiştir.
Bölgenin bir diğer önemi ise modern dünyanın toplumsal, kültürel ve politik yapısına dair ilk adımların atılmış, ilk örgütlenmelerin ortaya çıkmış olmasıdır. Bu yapılar ise günümüzde “devlet” olarak isimlendirdiğimiz kavramın doğuşuna zemin hazırlamıştır.
Öte yandan yüce Allah, insanlık tarihi boyunca hak dini bu topraklara indirmiş, tebliğ Peygamberlerini bu topraklara göndermiş ve bu topraklar İlahi Bereketin yeryüzüyle buluştuğu alan olmuştur.
Bölge öylesine eşsiz özelliklere sahiptir ki, bir gün dünyada medeniyet yok olsa ve bir tek bu bölgede yaşam kalsa, insanoğlu kendine yetebilir ve medeniyeti yeniden kurabilir
Tarihteki önemi saymakla bitmeyecek pek çok şeyin yanında, bölge günümüzde de sahip olduğu zenginliklerle ön planda yerini almaya devam ediyor.
Dünya tarımının önemli merkezlerinden biri olmaya devam eden bölgenin asıl önemi ise çok yüksek hacimde petrol ve doğalgaz yataklarına ev sahipliği yapıyor olması. Öyle ki dünyadaki fosil yakıt (petrol/doğalgaz) kaynaklarının yarısı bu bölgede bulunuyor ve dünya enerji ihtiyacının karşılanmasında bölge vazgeçilmez durumda.
Tüm bu müstesna özellikleriyle bölge, dünya güçlerinin ona sahip olma ve kontrolünü elinde tutma mücadelesine şiddetle maruz kalıyor. Bölgenin zenginliklerine göz diken emperyal güçler, yüzyıllardır bölgede fitne-fesatla çıkardıkları çatışma ve savaşlarla, bölgeden kan ve gözyaşını eksik etmiyorlar. Bugün de bölgedeki trajedi artarak devam ediyor.
Hülasa, Allah’ın bereketli kıldığı belde, yine Kuran’da işaret edildiği gibi insanoğlunun bitmeyen yeryüzü bozgunculuğuna sahne olmaya devam ediyor.
ORTADOĞU’DAKİ ATEŞ ÇEMBERİ, VAADEDİLMİŞ TOPRAKLAR (ARZ-I MEV’UD) KANDIRMACASI
19. yüzyılın sonlarında Yahudi milliyetçiğini temel alan ideolojik fikir hareketi olarak doğan Siyonizmin temel gayesi, dünyadaki tüm Yahudileri Sion (Kudüs) merkezli Eretz Israel (İsrail Diyarı)’de toplamak ve bu topraklarda egemen bir Yahudi devletinin tekrar kurulmasını sağlamaktı.
Bu nedenle, Siyonizmin temel argümanlarından biri, Sion (Kudüs) merkezli İsrail Diyarı’nın, Tanrı tarafından Yahudilere “Vaadedilmiş Topraklar (Arz-ı Mevud)” olduğu inanç ve iddiasıdır.
Yahudiler bu iddialarını muharref Tevrat (Eski Ahit)’a dayandırırlar. Buna göre, Tanrının kendilerine mülk olarak vaadettiği bu toprakları, ne pahasına olursa olsun ele geçirmenin ve burada devlet kurarak egemen olmanın Yahudilere hak olduğuna inanırlar.
Yahudi kutsal metinlerinde vaadedilmiş toprakların kesin sınırları bildirilmemekle birlikte, “Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar olan bölge” (Tekvîn, 15/8) şeklinde geçmektedir. Tevrat’ta verilen diğer bilgiler de değerlendirildiğinde bu toprakların; Filistin’de Kudüs’ü merkez aldığı, güneyde Mısır ve Suudi Arabistan’ın kuzey kısmını, doğuda Ürün ve Irak’ın tamamı ile İran’ın batı kısmını, kuzeyde, Suriye’nin tamamı ile Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmını (20 il) içine aldığı, batıda ise Akdeniz’e kadar uzandığı anlaşılmaktadır.
Vaadedilmiş Topraklar (Arz-ı Mevud) Haritası
Arz-ı mev‘ûdla ilgili ilk ahid, Rab Yahova ile Hz. İbrâhim arasında yapılmıştır. (Tekvîn, 13/14-17). “Ve senin gurbet diyarını, bütün Ken‘an diyarını sana ve senden sonra zürriyetine ebedî mülk olarak vereceğim ve onların Allah’ı olacağım” (Tekvîn, 17/8).
Tevrat’a göre, Yahova ile sırasıyla Hz. İshak, Hz. Yakūb, Hz. Musa arasında da ahid yapılmıştır.
Tevrat’ta Hz Musa ile yapılan ahidde şöyle denilir. “Bunun için İsrâiloğulları’na söyle. Ben rabbim. Sizi Mısırlılar’ın yükleri altından çıkaracağım..., sizi kendim için bir kavim olarak alacağım ve size Allah olacağım... ve İbrâhim’e, İshak’a Ya‘kūb’a vermek için yemin ettiğim diyara sizi getireceğim ve onu size miras olarak vereceğim” (Çıkış, 6/2-8).
Arz-ı mev’ûd tabiri Kur’ân-ı Kerîm’de geçmemekle birlikte, Hz. İbrâhim ve Lût’un “bereketli kılınmış” bir diyara ulaştırıldıkları bildirilmektedir. (Enbiyâ 21/71).
Kuran’ın bildirdiğine göre, İsrâiloğullarını firavundan kurtarıp, Mısır’dan çıkarmakla vazifelendirilen Hz. Mûsâ da, “Ey kavmim! Allah’ın sizin için yazmış olduğu arz-ı mukaddese giriniz ve arkanıza dönmeyiniz; sonra hüsrana uğrayanlardan olursunuz” (Mâide 5/21) demiştir.
Bu açıklamalardan sonra belirtmek gerekir ki, bugün Yahudilerin, vaadedilmiş toprakların Tanrı tarafından yalnız Yahudi ırkına mülk olarak verildiği, bu topraklara sahip ve egemen olmanın Yahudi ırkına bahşedilmiş bir hak olduğu, bu yolda verilecek her türlü mücadelenin meşru hatta kutsal olduğu iddiaları, gerek Tevrat’la, gerekse Kuran’ın hükümleriyle örtüşmez. Şöyle ki;
Vaad İsmailoğulları İçin de Geçerlidir. Öncelikle Vaad Hz. İbrâhim’e ve zürriyetine yapıldığına göre, İshak soyundan gelen Yahudiler kadar, İsmâil neslinden gelenlerin de o topraklarda hakkı olmalıdır. Öyleyse Müslümanlar da şartlarını yerine getirirlerse Allah’ın vadettiği Mukaddes Topraklara sahip olma hakkına sahiptirler. Tarihi gerçek de böyle olmuş, fetihten itibaren bu topraklar Müslümanlara yurt olagelmiştir.
Ancak Kitâb-ı Mukaddes geleneği daha sonra, kasıtlı şekilde, Hz. İsmâil’i devre dışı bırakarak vaadin, Hz. İshak ve onun zürriyetine ait olduğunu belirtmektedir (Tekvîn, 21/12). Bu, dinin tahrifi yoluyla aldatmaya kalkışmaktır.
Vaad Ahid Şartlarının Yerine Getirilmesiyle Hak Edilecektir. Öte yandan, İsrailoğullarıyla yapılan ahidler sınırsız ve ebedi olmayıp, vaadin gerçekleşmesi şartların yerine getirilmesine bağlanmıştır. Tevrat’ın birçok yerinde arz-ı mev‘ûd için uyulması gereken kurallar ayrıntılarıyla bildirilmiştir.
“Yollarınızı ve işlerinizi ıslah edin, sizi bu yerde oturturum. Yollarınızı ve işlerinizi iyice ıslah ederseniz, bir adamla komşusu arasında tam adalet ederseniz, garibi, öksüzü ve dul kadını mağdur etmezseniz, bu yerde suçsuz kanı dökmezseniz, kendi ziyanınıza olarak başka ilâhların ardınca yürümezseniz o zaman bu yerde, ezelden ebede kadar atalarınıza vermiş olduğum diyarda sizi oturturum” (Yeremya, 7/1-7).
Ahdin şartlarına uyulmadığı, Rabbin emirleri yerine getirilmediği, O’nun kanunları reddedildiği, şeriattaki emirler tutulmadığı takdirde ise başlarına her türlü felâket gelecek, Rab Yahova onlardan nefret edip onlara karşı öfke ile yürüyecek, mülk edinmek için girdikleri diyardan koparılacaklardır (Tesniye, 28/63).
“Çünkü memlekette doğru adamlar oturacaklar ve kâmiller orada kalacaklardır. Fakat kötü adamlar memleketten atılacaklar ve hainler oradan söküleceklerdir” (Süleyman’ın Meselleri, 2/21-22).
Kuran’a göre de İsrâiloğulları bu ahidlere riayet etmeleri şartıyla vaade hak kazanacaklar, aksi takdirde bundan mahrum kalacaklardı.
“Andolsun, Allah İsrailoğullarından sağlam söz almıştı. Onlardan on iki temsilci seçmiştik. Allah, şöyle demişti: Sizinle beraberim. Andolsun eğer namazı kılar, zekâtı verir ve elçilerime inanır, onları desteklerseniz, (fakirlere gönülden yardımda bulunarak) Allah'a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim ve andolsun sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Ama bundan sonra sizden kim inkâr ederse, mutlaka o, dümdüz yoldan sapmıştır." (Mâide 5/12).
İsrailoğulları layık oldukları sürece bu topraklara sahip olmuşlar, isyan edip, liyakatlerini kaybettiklerinde aynı yerler başka kavimlere yurt olmuştur.
İsrailoğulları Ahde Uymamışlardır. Kuran’da da bildirildiği üzere, İsrâiloğulları tarihleri boyunca Rab Yahova ile yapılan ahde sadık kalmamış, Allah’ın emirlerine boyun eğmemiş, yapılan ahidlere vefa göstermemiş, hatta Allah’ın elçilerini öldürüp fesat çıkarmışlardır.
“İşte, verdikleri sözlerini bozmaları sebebiyledir ki onları (İsrailoğullarını) lânetledik, kalplerini de kaskatı kıldık. Kelimeleri yerlerinden kaydırarak (tahrif edip) değiştiriyorlar. Akıllarından çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir kısmını da unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onların daima bir hainliğini görüyorsun. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.” (Mâide 5/13).
“Vaktiyle Rabbi İbrahim’i bazı sözlerle sınayıp da İbrahim onları eksiksiz yerine getirince, Ben seni insanlara önder yapacağım buyurmuştu. İbrahim soyumdan da deyince Rabbi vaadim zalimleri kapsamaz buyurdu.” (Bakara 2/124)
Tevrat’ta da İsrailoğullarının ahdi her seferinde bozdukları pek çok kere vurgulanmaktadır.
Hz. Mûsâ zamanında yapılan ahid, İsrâiloğulları’nın altın buzağıya tapmalarıyla bozulmuş, çölde ahid tekrar yenilenerek arz-ı mev’ûda girilince uyulması gereken kurallar belirtilmiş, fakat İsrâiloğulları her defasında ahdi çiğneyip Rabbe isyan etmişlerdir.
Hz. Mûsâ önderliğinde Mısır’dan çıkıp Kenan’a geldiklerinde (iki kişi hariç) İsrailoğolları oraya girmenin tehlikeli olduğunu belirtmişler ve tekrar Mısır’a dönmeyi arzuladıklarını bildirmişlerdir. Bunun üzerine Rab Yahova onları mirastan mahrum edeceğini bildirmiş ve orayı onlara kırk yıl haram kılmıştır (Sayılar, 14/33-34). Bu durumdan Kuran’da şöyle bahsedilir;
“Dediler ki: "Ey Mûsâ! O (dediğin) topraklarda gayet güçlü, zorba bir millet var. Onlar oradan çıkmadıkça, biz oraya asla giremeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa, biz de gireriz” (Mâide 5/22).
“Allah, şöyle dedi: "O hâlde, orası onlara kırk yıl haram kılınmıştır. Bu süre içinde yeryüzünde şaşkın şaşkın dönüp dolaşacaklar. Artık böyle yoldan çıkmış kavme üzülme” (Mâide 5/26).
İsrailoğullarının nasıl Rabbe isyan ettikleri, ahdi nasıl bozdukları, Tevrat’ta şöyle anlatılır. Zira İsrâiloğulları “sert enseli bir kavim”dir (Çıkış, 32/9; 33/3; 34/9; Tesniye, 9/6, 13);
Mısır diyarından çıktıkları günden beri Rabbe âsi olmuşlardır (Tesniye, 9/7);
Öküz kendi sahibini, eşek de efendisinin yemliğini bildi de İsrâil Rabbini bilmedi. (İşaya, 1/2-3);
İsrâiloğulları suçlu bir millettir, haksızlığı yüklenmiş kavimdir, kötülük işleyenlerin zürriyetidir. Rabbi bırakmışlar (İşaya, 1/4),
Ahdi bozmuşlar (Tesniye, 31/16, 20; Yeremya, 11/10),
Başka ilâhların ardında gitmişlerdir (Yeremya, 11/10).
Ahde riayet etmeyen arz-ı mev‘ûddan mahrum kalacak ve lânetlenecektir (Yeremya, 11/3).
Allah Arzı Salih Kullara Vaadediyor. Kuran’da, arza belli ırk ya da kavme mensup olanların değil, sâlih kulların vâris kılınacağı ve bu ilâhî kanunun bütün mukaddes kitapların hükmü olduğu bildirilmiştir.
“Andolsun ki, zikirden (Tevrat’dan) sonra Zebur’da: Şüphesiz yeryüzüne iyi kullarım varis olacaktır diye yazdık.” (Enbiya: 21/105).
Salih kulların özellikleri, yine Kuran’da tarif edilir;
“Onlar ki, eğer kendilerine yeryüzünde yurt ve iktidar verirsek namazı kılar, zekatı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten menederler, işlerin sonu Allah’a varır.” (Hac: 22/41).
Bugün yeryüzünde zulümde sınır tanımayan, mukaddes topraklarda başkalarına hayat hakkı tanımayıp, yerlerinden yurtlarından eden siyonist Yahudilerin, Kuran’ın salih kul tanımına uymadığı aşikar.
Tüm bu izahlardan anlaşılacağı üzere, siyonist Yahudilerin vaadedilmiş topraklar üzerine serdettikleri iddialar, teolojik, tarihi ve sosyolojik, hukuksal, siyasi yönlerden tamamıyla temelsiz ve tutarsızdır.
Büyük İsrail Hayali
Asıl mesele ise, İsrail’in bugün haritada 10 ülkeye denk gelen bu topraklar üzerindeki emellerini sürdürmesi ve büyük İsrail hayalini dillendirmekten çekinmemesidir. Esasen bu hayal bugün, Filistin, Ürdün, Lübnan, Suriye, Irak ve Kuveyt topraklarının tamamının, Mısır, Suudi Arabistan, Türkiye ve İran topraklarının bir kısmının İsrail toprağı olması manasına geliyor. Türkiye’den; Hatay, Adana, Niğde, Osmaniye, Kahraman Maraş, Gazi Antep, Kilis, Şanlı Urfa, Adıyaman, Malatya, Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Batman, Bingöl, Muş, Bitlis, Siirt, Hakkari, Van olmak üzere tam 20 il bu topraklara dahil edilmek isteniyor.
Vaadedilmiş Topraklara Türkiye’den Dahil Olan Kısmı Gösterir Harita
Bugünkü İsrail Devleti, tam on ülkenin toprakları üzerinde bir Büyük İsrail Devleti kurma hayalini açıkça izhar edebiliyor. Bu yönde açık haritalar yayınlıyor, politikacılar açıklama yapıyor, İsrailli çocuklar okulda, evde büyük İsrail devletini kurma hayaliyle besleniyor.
İşin aslı, Yahudiler bu hülyadan tarih boyunca vazgeçmediler. 1948 yılında, bir avuç Filistin toprağında kurulan İsrail Devleti, o günden bu yana, kan dökerek, topraklarını sürekli genişletti. Bugün ise yaşanan son çatışmayla, Filistin’in tamamı İsrail toprağı olmak üzere. İsrail vaadedilmiş topraklar üzerinde, durmaksızın genişlemeye devam ediyor.
Öte yandan, İsrail tüm bu kanlı yayılmacı eylemlerinde başta Amerika olmak üzere Batılı yandaşlarından destek ve himaye görüyor. Öyle ki büyük İsrail’in kurulması ve güvenliğinin sağlanması planı, 2010 yılından itibaren “Arap Baharı” operasyonuyla uygulamaya konuldu. Bu operasyonla, Kuzey Afrika’dan başlayarak Ortadoğu’da pek çok ülkenin yönetimleri değişti. Sırada ise sınırların değişmesi var ve bu artık sır değil.
Bu yönde İsrail’e koşulsuz desteğini açıklayan Amerika, olası değişimi en yetkili ağızlardan duyurmakta beis görmüyor. Dönemin Ulusal Güvenlik Danışmanı (2005-2009 dönemi Dışişleri Bakanı) görevinde bulunan Condoleezza Rice, 2003’te yaptığı açıklamada, Ortadoğu’da Türkiye dahil 22 ülkenin değişeceğini söylerken, elbette bunun Amerikan gücüyle sağlanacağını da ilan etmiş oluyordu.
Bu aynı zamanda, İsrail-Amerika ikilisi ve Batılı müttefiklerinin, günümüz modern dünyasında, insanlığa yaptıkları bir savaş ilanıdır. Muhteris yandaşlar, Filistin’de yaktıkları ateşi harlamanın peşindeler, ta ki Ortadoğu’yu, sonra tüm dünyayı saracak bir ateş çemberine dönüşsün.
Batının yakalandığı bu akıl tutulması, dünyayı yakacak bir “büyük ateşe” dönüşmek üzere.
YERYÜZÜNÜN İFSADI SİYONİZM
İsmi milletlerin babası manasına gelen Hz. İbrahim (Abraham) Peygamberin oğlu Hz. İshak’tan olma torunu Hz. Yakup, İsrail olarak anılır. Hz. Yakup’un on iki oğlundan gelen on iki kabile de İsrailoğullarıdır.
Hz. İbrahim döneminden bu yana Kenan Diyarı (Filistin)’nda yaşayan İsrailoğulları, tarih boyunca, istilalar, kuraklık vb. nedenlerle Kenan’dan ayrılış ve geri dönüşler yaşamışlardır.
İlk olarak M.Ö. 2200’lü yıllarda bu topraklarda yaşayan Hz. İbrahim kıtlık nedeniyle Mısır’a göç etmiş, daha sonra tekrar Kenan (Filistin)’a dönmüştür.
Hz. Yusuf zamanında (M.Ö. 1600’ler) yine Mısır’a yerleşen İsrailoğulları, yaklaşık 400 yıl sonra, Hz. Musa’nın önderliğinde bugünkü Filistin topraklarına kadar gelmişlerdir (M.Ö. 1130’lar).
M.Ö. 608’e gelindiğinde, Filistin toprakları, Babil Krallığı tarafından istilaya uğramış, bu istila sırasında Süleyman Mabedi yıkılmış ve İsrailoğulları Babil’e sürgün edilmiştir. Bu olay İsrailoğullarının tarihinde “Babil Sürgünü / Birinci Sürgün” olarak geçer.
M.S. 66’da ise bu kez Filistin Roma Krallığı tarafından istila edilmiş, İsrailoğullarının çoğu öldürülmüş kalanları ise Roma Krallığının en uzak bölgelerine sürülmüşlerdir. Bu ise “İkinci Sürgün” olarak adlandırılır.
Tarihsel süreç göz önüne alındığında, bu sürgünden itibaren Filistin’de yok denecek kadar az bir nüfusa sahip olan İsrailoğullarının bir devlet olarak bölgeye hâkim oldukları sürenin göreceli olarak kısa olduğu görülür.
Roma sürgünüyle yurtsuz kalan Yahudiler, dünya üzerinde pek çok ülkeye yayılmışlar, böylece Yahudi diasporası (kopuş-dağınıklık) oluşmuştur.
Yaşadıkları pek çok ülkede, sosyal, siyasi, ekonomik pek çok probleme sebep oldukları, fesad çıkardıkları gerekçesiyle ve özellikle de dine dayalı nedenlerle Yahudi karşıtlığı (antisemitizim) oluşmuş, buralarda Yahudiler dışlanmış ve kötü muamele görmüşlerdir.
Hıristiyan dünyasında antisemitizmin kökenleri esasen dine dayanmaktaydı. Hıristiyanlar, Yahudilerin tümünü İsa’nın öldürülmesinden sorumlu tutuyordu. Buna göre, gerek İsa’nın ölümü sırasında hazır bulunan Yahudiler, gerekse toplu olarak Yahudi halkı, Tanrı öldürme suçunu işlemişlerdi. Böylece Tanrıyı öldürme suçlaması, Avrupa ve Amerika’daki Yahudilere karşı nefrete dönüşmüştür. Bunun yansıması olarak Yahudiler, birinci ve ikinci haçlı seferleri sırasında ciddi saldırılara maruz kalmışlardır.
İspanyol Engizisyonu, 1290 yılında tüm Yahudilerin İngiltere’den, 1396 yılında Fransa’dan, 1421 yılında Avusturya’dan, 1492'de İspanya'dan, 1497'de Portekiz'den kovulmaları, çeşitli pogromlar ve 1941 ve 1945 yılları arasında Nazi Almanya’sının gerçekleştirdiği holokost, Yahudilerin gördüğü sürgünler arasında gösterilebilir.
Bütün bu sürgünlerle 1800’lerin sonlarına kadar Filistin topraklarından uzak kalan Yahudiler, Filistin’e dönme hayalini hiçbir zaman kaybetmemiş, hep korumuşlardır.
Yahudilerin dünya üzerinde dağınık ve zillet halinde yaşadıkları 19. Yüzyılın son çeyreğinde, bir çözüm önerisi olarak Siyonizm kavramı ortaya atılmıştır.
Siyonizm ilk olarak, 1890 yılında, Avusturyalı Yahudi yayımcı Nathan Birnbaum tarafından, kendi çıkarttığı Selbstemanzipation adlı gazetede, Yahudi milliyetçiliğini tanımlamak için bir terim olarak kullanılmıştır.
Sonrasında, Avusturya-Macaristanlı gazeteci Theodor Herzl tarafından 1897 yılında yayımlanan Der Judenstaat (Yahudi Devleti) isimli kitapla birlikte siyonizm siyasi bir hüviyet kazanmıştır.
Siyonizm kelimesi, İbranicedeki Siyon sözcüğünden gelir ve Kudüs yakınlarında bulunan Siyon Dağı'na dayandırılır. Sonraları Siyon, tüm Kudüs şehrini ve İsrail Diyarı'nı ifade edecek manada kullanılmaya başlanmıştır.
Siyasi manada Siyonizm ise; 19. Yüzyılın sonlarında doğmuş, Yahudi milliyetçiğini temel alan, Yahudileri Siyon (Kudüs) merkezli İsrail Diyarı (Eretz Israel)’de toplamak ve Yahudi devletinin asırlar sonra yeniden kurulmasını sağlamak amacını güden bir ideolojidir.
Siyonizm, siyasi olduğu kadar, zaman içerisinde tarihi, kültürel, teolojik unsurlardan beslenmiş, yıkıcı bir yaklaşımdır.
Siyonizm, Siyon (Kudüs) merkezli İsrail Diyarı’nın, Tanrı tarafından Yahudilere “Vaadedilmiş Topraklar (Arz-ı Mevud)” olduğunu iddia eder. Bu iddialarını muharref Tevrat (Eski Ahit)’a dayandıran Yahudiler, Tanrının kendilerine vaadettiği bu toprakları, ne pahasına olursa olsun ele geçirmenin ve burada devlet kurmanın hakları olduğuna inanırlar.
Hedefteki Osmanlı
Siyonizm, söylem ve emelleriyle daha baştan sorunludur. Kudüs merkezli İsrail Diyarı denilen yer, o dönemde Osmanlı toprağıdır ve orada Osmanlı tebâsı Filistinliler yaşamaktadır, bölgenin adı da Filistin’dir.
Bu haliyle siyonizm, daha baştan saldırgan biçimde Osmanlı toprağına göz dikmekte, Filistin halkını yerinden edeceğini açıkça ilan etme cüretini göstermektedir.
Nitekim siyonizmin kurucusu sayılan Theodor Herzl, dönemin Osmanlı padişahı II. Abdülhamid’le beş kez görüşerek, Osmanlının borçlarını kapatma teklifiyle Filistin’den toprak talep etmiş, ancak Abdülhamid bu tekliflerin tamamını reddederek, Yahudilere Filistin’den toprak vermemiştir.
Herzl bu durumu anılarında, “Filistin’de toprak edinmemiz için Osmanlının dağılmasını beklememiz gerekecek” şeklinde ifade etmiştir. Ancak gerçekte Yahudiler beklememiş, öncelikle Abdülhamid’in tahttan indirilmesi, ardından Osmanlının yıkılması için, İngilizlerle işbirliği halinde, aktif rol oynamışlardır.
Bu durum, en başından siyonizm karşısında bizi taraf yapıyor.
Yahudilerin Dini Tahrifi
Yahudilikte gerek yaşamsal, gerekse zihinsel plan, tamamen din eksenli (teokratik)’dir. Yahudilerin toprağı olmadan varlığının devamlılığını sağlayan tek unsur dinleri olmuştur. Tüm hayatlarını dine göre tanzim eden Yahudilerin kuracakları devlet (Tanrının Krallığı) de teokratik devlet olacaktır.
Nitekim, İsviçre’nin Basel şehrinde düzenlenen Siyonizm kongresinde Yahudi devletinin nerede kurulacağı tartışılmış ve Tanrı’nın vaadettiği Kudüs (Filistin toprakları)’te kurulmasına karar verilmiştir. Böylece vaadedilmiş topraklar inancı, Siyonizmin arkasına aldığı teolojik temellerden biri olmuştur.
Öte yandan, Yahudilikte “Din” muharref Tevrat (Eski Ahid)’tır. Tevrat’ın tahrif edilmiş olduğunu bize Kuran bildirir.
“Yahudilerden öyleleri var ki, (kelimeleri yerlerinden kaydırıp) tahrif ederek onları anlamlarından uzaklaştırırlar. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak “İşittik, karşı geldik”, “İşit, işitmez olası!” “Râ'inâ” derler. Hâlbuki onlar, “İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize bak” deselerdi bu kendileri için daha hayırlı olurdu. Fakat Allah, küfürleri yüzünden kendilerini lânetlemiştir. Bu yüzden pek az iman ederler.” (Nisa/46)
“Onlardan bir grup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken, dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları kitaptan değildir. Söyledikleri, Allah katından olmadığı halde, Bu Allah katındandır derler. Onlar bile bile Allah’a iftirâ ediyorlar.” (Âl-i imran, 3/78)
Siyonizmin ideolojik kurgusu ve çizdiği hedefler de kaynağını muharref Tevrat’tan alır. Bu durum iki önemli nedene dayanır.
Birincisi; Yahudiler böyle yaparak, Tevrat’ın kendilerine sağladığı sözde ayrıcalık ve avantajlarından faydalanmak isterler. Zira Tevrat’a göre, Yahudiler seçilmiş, üstün ırktır, vaadedilmiş topraklardan başka tüm dünyaya ve tüm insanlara egemen olmaya hakları vardır, Yahudi olmayanın malları hatta canı, Yahudi’ye helaldir. Yahudiler tüm insanların kendilerine boyun eğmek ve itaat etmek zorunda olduğuna inanırlar.
“Siz benim için kutsal olacaksınız. Çünkü ben, Rab, kutsalım ve ben sizi diğer kavimlerden benim olasınız diye ayırdım.” (Lev, 20:26)
“Siz Tanrı’nız Rab için kutsal bir kavimsiniz. Tanrı’nız Rab kendi has kavmi olmanız için yeryüzündeki bütün milletler arasından sizi seçti.” (Tesniye, 7:6)
İkincisi ise; Yahudilerin söylediklerine ve yaptıklarına meşruiyet zemini kazandırmayı ve itaati amaçlamalarıdır. Uydurulmuş bir söze Tanrı sözü denmesinden maksat, insanların ona karşı gelmekten çekinmeleri ve kolay kabullenmeleri beklentisidir. İnsanları aldatmanın en sefil ama kolay yolu, Tanrıyla aldatmaktır.
‘‘Ey insanlar! Allah'ın vaadi haktır. O halde dünya hayatı sizi aldatmasın. Aldatan sizi Allah ile aldatmasın.’’ (Fâtır/5)
Din Beşeri Olursa
İşte asıl mesele ve tarihten günümüze pek çok sorunun kaynağı, ilahi dinin tahrif edilmesi, insan eliyle bozulmasıdır. Din ilahidir, beşeri olamaz. Din yaratıcının, yarattığı insanı bilip, onun dünyevi ve uhrevi mutluluğu için tanzim ettiği nizamdır. İnanç adına beşer elinden çıkan her türlü nizam, beşeri malüliyet ve dünyevi ihtirasla yüklü olacaktır. Din beşeri olursa, yeryüzünde karışıklık ve bozgunculuk kaçınılmaz olur.
Nitekim Yahudiler Hz. İbrahim’den bu yana ilahi dini eğip bükmüşler, peygamberlerini öldürmüşler, kendi yazdıkları metinlere “bu Tanrının sözüdür” deyip hem Rabbe iftira etmişler, hem de yeryüzünü ifsad edip, bozgunculuk yapmışlardır. Bugün de yeryüzünde yaşanan pek çok problemin temelinde ilahi dinin tahrif edilmesi ve Yahudilerin ifsadı yatmaktadır. Bugün siyonist Yahudiler, dünyadaki savaşların, karışıklıkların, zulüm ve haksızlığın ya bizzat içindedir ya da kışkırtıcısı veya destekçisidir. Bu onların tabiatı ve değişmez misyonudur.
Hülasa, Siyonizm radikal Yahudiliğin ilahi dini tahrif edip, sapkın bir ideolojinin hizmetine verme çabasıdır.
FACEBOOK YORUMLAR